Kelime Koşusu

Çarşamba, Aralık 29

olalım artık

bilgisayarımı sevmiyorum ben artık. sinirlerimi bozuyor fena halde. her yazıda, güncellemede çıkan sorunlardan, giderek daha çok şeyin hata vermesinden, zamanımın yenmesinden, verimin düşmesinden.. bıktım senden, bık-tım! vakit yok uğraşmaya, formatmış, kontrolmüş, servise yollamakmış.. olanaksız hepsi aynı ölçüde. bu saçmasapan ilişkiyi nereye kadar sürdürebiliriz bilemiyorum. monitörü fırlatıp atmam yakındır!
uzaktan cılız bir sesle de kırmızı kırmızı bir karanfil duydum. keşke görseydim bir kez, içimde kaldı tüm söylenemeyenler, tartışacak çok ben vardı, öğrenecek çok sen vardı. ufacık cümlelere, kısacık selamlara sığan bu fidanı kaybetmeyiz umarım. keşke bilsem nerede, nasıl olacağımı, söylesem dibinde durup istemediğin kadar sinirlerini bozacağımı. ama ne desem boşa çıkıyor işte. bir süredir aramalarım meşgül çıkıyor hep öyle ya da böyle. lanet var senle de, o küçük cadıyla da. girdiniz gireli hayatıma hep bir şanssızlıktır gitti. niye, neden öğrenemedim hala. bak onu da özledim işte, zoraki karşılaşmalarda ayaküstü sohbetler yaptık gerçi birkaç defa, seninle olduğumuzdan şanslıydık onunla. ama yine de içimde ukte kalıyorsunuz hep. ne zaman geniş zamanlar paylaşacağım sizinle, ne zaman yetişilmesi gereken yerler kendiliğinden yok olacaklar, merak ediyorum.
defakto izledim yine. güldüm. beklediğini aldığın, önceden başı sonu belirlenmiş, şaşırtmayan, kanıksatan her şeyden ne kadar sıkıldığımı, anlamların, amaçların, sorumlulukların, faydaların ne kadar çok abartıldığını bir kere daha gördüm. yaratmaya özlem duydum yine. yine gaza geldim. yine kışkırtıldım. -sonra da bilgisayarın bana kafa at çıplıklarıyla boğuşurken sönüverdi tabii gazım :P
sonra eski istanbul hikayeleri dinledim tanıdık yüzlerden. içim acıdı yine ve yeniden. neden bu kadar harcanmak zorunda, neden bu kadar aramızda sır kalmak zorunda bunca güzellik? neden her yerden sorun, her yerden planlama hatası, her yerden düzensizlik fışkırmak zorunda? değişim neden bu kadar seri ve aynı ölçüde zor bu şehirde? farkında olanlar neden bu kadar çaresiz? neden bu kadar aktifken duruyoruz hepimiz? neden bu kadar "türk"üz ve neden bu kadar "türklük"ten bihaberiz?
çok şey var tartışılacak, araştırılacak, gerçekleştirilmesine çalışılacak.. hangi zaman, hangi para, hangi insan? off, olalım artık olması gerektiği gibi! hayatı bu kadar zorlaştırmayalım ne olur!

geçmişten gelen bir dostla karşılaştım bugün. güncelledik biraz birbirimizi. gerçi geç kaldı gideceği yere benim yüzümden ama..
uzun zamandır uğramadığım, önünden geçip de içine girme fırsatı bulamadığım ikinci kata gittik beraber. eski günleri yad ettik, şimdiki zamanları ölçtük, biçtik. hoş bir resim çıktı karşıma. sevindik, güldük, eğlendik. anatık ve dinledik. o kısacık zamana kocaman bir sevgi sığdırdık yine. bir sarılma, bir öpücük dolu dolu zaten bu sene.
tabu gördüm bir kutu, upuzun yaz akşamları geldi aklıma. gülme krizleri, sabahlamalar, ışıltılı gözler geldi. sonra bizimkileri hatırladım yine, bir toplanıp oynamalı dedik beraber. ne zamana kısmet göreceğiz bakalım.
bir de bugün hiç somurtuk yüz görmedim ben! güzel bir deneyimmiş, öğrenmiş oldum :) emeğimin karşılığını aldım birkaç defa. vermekle kalmamak, karşılığını da alabilmek güzel şey. -not listeme bir 95 eklemek de ilaç gibi geldi arada. maddiyat da önemli canım :P-

Salı, Aralık 28

o kadar çok şey geldi ki aklıma yazacak, dizeler geldi, dizeler gitti o kırmızı gözlü küçük böceklerin gecenin içinde uzun kuyruklar yaptığı sırada. ama dakikalar o kadar yavaş geçti ki, geriye bir şey kalmadı.
bugün güzel bir haber aldım :P kulaklarımda çınlıyor hala "şu an fizikle işimiz bitti!" ah bu lafı duymak için kaç sene bekledim ben! oh be!
çok şey var anlatacak, paylaşacak aslında. yeni şeyler kuruyorum kafamda, henüz şekle şemale tam sokamadığım. fark edişlerim, hazmedemeyişlerim var. ama ne yeri, ne zamanı şimdi. ertelemeli biraz, olgunlaşmasını beklemeli.

Pazartesi, Aralık 27

Zarlar içinde hapsolduk
Giderek daralır dünyalar
İtecek gücümüz kalmadı
Açılmaz sıkışan kapılar

Uğurböcekleriyiz biz
Uçmayı unutan bedenlerde
Renkler cesaret demek artık
Duygular sonu gelmez işkence

Delikten sızan ışığı
Tıkar elimizdeki pamuklar
Her darbeye dayanıklı
Sırtımızdaki çelik kalkanlar
Devamını getirebilir miyim diye bir deneyeyim dedim. Yine anladım ki, bu benim işim değil. zoraki geliyor anlık çağrışımları uzatmak. Geldiği kadarıyla kalmazsa anlamlar değişiyor sanki, çarpılıyor. yine şiirimsi diyebiliyorum bu yüzden, şiir kavramı bana çok uzak. ne o kadar sabırlıyım, ne o kadar belirleyici olmak istiyorum. aksın gittiği yere kadar, kelime koşusu işte yaptığım, edebiyat falan uzak bana.

uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım bugün farkında olmadan. kafamı kaldırıp yukarı baktım. o yağmurlu, gri, burnumdan damlayan sular, gözümün önünde koşturan "mantar" lardan sonra masmavi gökyüzünde süzülen bir martıyla karşılaşmak oldukça şaşırtıcıydı benim için. benim dışımdaki hayatı unutmuşum galiba.
benim dışımdaki hayata en büyük örnek şu 8.9 aslında. o gökyüzünün dev dalgalarla kaplanıp üzerine yuvarlanması. ağzı açık bakakalıyor insan, 8.9 ne demek! nefesler tıkanır, gözler kararırken burada oturup doğanın güzelliğine methiyeler düzmek koca bir ironi aslında. kime, neye göre diyor insan böyle durumlarda.
hala ismini koyamadığım bir 2005 bekliyorum heyecanla. yoo, sandığın gibi erteleme manyaklığında ileriki hedefleri gözümde ilahlaştırdığımdan değil, ama ifade ettiklerinin anlamı da yadsınamayacak kadar büyük bir yıl. düşünsene, gelecek sene bu zamanlarda nerede duracağım hakkında en ufak bir fikrim bile yok! küçücük, ufacık bir ipucu bile yok. sadece kocaman bir yumak ip var ortada. onu bir şekilde açıp bir yerlere bağlayacağım, ama nereye, nasıl hiçbir fikrim yok. bu kadar süpriz dolu, bu kadar belirsiz, bu kadar baştan sona yeni işte. "sil baştan yılı" demeli belki, gerçek bir sıfırdan başlama hali çünkü. eski tutunanların hiçbiri, her gün içine doğduğum dört duvar bile gidecek belki, hele o arka bahçeler/boğazı ayaklarının altına alan parmaklılı pencereler/alışıldık yüzler/o kocaman baskı/o kocaman payda ya da benden/benim bildiğin tüm hayat görüşleri/açıklamalar/yargılar... hepsi koca bir evrimin eşiğinde. düşünsene, ne heyecan verici! yeni, tepeden tırnağa yeni! akıl edemeyeceğim, kafamın basamayacağı kadar yeni. çocukluğa geçekten el sallayıp arkasından su dökeceğim belki. o sıfır vermiş, 10 yaş gençleşmiş kağıt parçaları için çırpınmak olacak belki tek gayem, belki de patlayana kadar içimde kalanları dışa vuracağım. bir şey kesin, yepyeni bir açıdan bakacağım her şeye. belki geçmişi özleyeceğim, nerede o eski.. cümlelerinde duraklayacağım, belki de arkama bir daha hiç bakmadan devamlı yutacağım günleri ya da öyle çok şey sığacak ki şimdilere geçmiş/gelecek planlarının adını unutacağım. sürüyle olasılık, sürüyle ben. bu kadar yakın, bu kadar gerçek. belki de bir daha hiç yaşanmayacak bir cümbüş bu.

umarım hepimiz tadını çıkarırız bu şansın. o sekiz yıllık izole halin ardından hayatın güzel yerlerine dalarız.

-geçen perş 1.5 saat soğukta otobüs beklemek yerine, güzel bir şansa sahipmişim meğer. günlerdir trafikle, yollarla, zamanla başım derde girip duruyor zaten, bu kadar olayın üstüne bir de onu öğrenince ağrılar girdi karnıma bir an. anlayamadım, neden/niçin yaşadığımı bu eziyeti. keşke değiştirmek elimde olsaydı, ama kabullendim işte yine. karnım ağrımayı kesti ve gökyüzündeki martıyla havalanıverdim. sanırım en iyisini yaptım. sence?-

Cumartesi, Aralık 25

başla düdüğünü çalsa artık birileri. hazırda beklemeyi bıraksak. "bir olsa, bir çıksa, bir yapsa.." ları bıraksak artık. bağımlılıklar, ona/buna göre'ler dursa. istekler olsa, hayaller olsa, gözyaşları kurusa. öyle boş boş bakmasa insanlar. dalıp gitmeler olmasa. dudaklarda gülmeler açsa, gözlerin buğusu kalksa. içten sarılsa insanlar, hiç bırakmayacak gibi, hiç tutmamış gibi. uzanınca dokunsa eller, havada asılı kalmak olmasa.
birkaç dürtükleyen buldum kendime. daha düzenli bir hayata koşuyorum. hala ha deyince girişemiyorum işlere. önce uzunca bir süre flört ediyorum. tanışıyorum, tanıştırıyorum. ama bu sırada birçok şeyi de kaçırıyorum. karın ağrılı, sancılı kısımlarda ileri sarsak bandı keşke.
çok keşke lerim birikti. hem de yeni yıla girerken :( hoşnut değilim bu halden. sanki yine temmuz başında olduğu gibi kendi elimden kayıp gidiyorum. oluyorum ama kime, neye bilmiyorum. uzunca bir süre rahatsızlık da duymuyorum. ancak iş işten geçince içimde bir şeylerin, sezen in kelime anlamının boşaldığını hissediyorum. bana özgülerim otobüsün camından el sallıyor sanki.
-hayır efendim kestirmedim saçımı, biraz kıvırcıklar o kadar, niye bu kadar güç oldu anlamanız, daha kolay bir yolu yok muydu otuz kere sormaktan?-
"çemberimde gül oya" aramış birileri, benim sitem çıkmış :)) sevinmez miyim ben şimdi :) kızıl kıvırcık a da yazdığım gibi, insan sevgisiyle, yaşam sevgisiyle, sezen sevgisiyle dolduruyor beni o dizi. tanıdığım herkese telefon açıp "seni seviyorum" demek getiriyor bazen içimden. ne mutlu onu içinden yaşayanlara, yaratanlara, paylaşanlara..
-bilgisayar giderek çıldırıyor, niye dişini sıkamıyor sanki biraz daha, en önemli anlarda keyifsizlik çıkarıyor, merakta bırakıyor beni! kızmak da çare değil, düzeltmeye çalışmak için dar vakitler, kıl bir durum, çok kıl! -belki de yukarıdaki benimle oyun oynuyordur, bağlılığa varan hallerimi kontrol altına almaya çalışıyordur?- -
-seven ve sevilenlerin, yaşayan ve yaşatanların şerefine kaldırıyorum kadehimi.. nice mutlu anlara!-

-yeni bir gidilesi/görülesi ekledim, sahibine sormadım gerçi, kızmaz umarım-

Cuma, Aralık 24

bulutlar uçarken

- silinmiş buradaki şiirimsiler, kaydetmemiştim de bir yere, kaybolup gitmişler..-

sorularda hayat

işaretsiz sorularla doluyum
umursamazlığından korkuyorum
ya gülüp geçersen bana
kulaklarını tıkarsan

işaretsiz sorularla doluyum
yüzünün alacağı halden korkuyorum
ya anlatırsan bana her şeyi
sus dediğimi duymazsan

işaretsiz sorularla doluyum
aynadaki yansımalardan korkuyorum
ya bilmediğim bir bense o
yalansa tüm sanılan

işaretsiz sorularla doluyum
korkusuzca sormaktan korkuyorum
ya taşların altında gizliyse
bunca zaman saklanan

işaretsiz sorularla doluyum
geleceğin renginden korkuyorum
ya kaybolursa fırçalarım
nefeslerimi koruyan

elimde çiçeklerle çalıyorum kapını
sorularımı paspasa siliyorum
cevaplarımı portmantoya asıp
elimi sana uzatıyorum
avcumda iki damla gözyaşı
biri benim biri senin

Perşembe, Aralık 23

buram buram sevgi

aklımın karmaşası yazılarıma yansımış sanki. kendi kendimi okurken fark ettim.
fazlasıyla yoğun yaşanıyor her şey, ondandır belki. ezip büzüp küçücük kutular haline getiriyoruz sanki hayatı. ve küçücük anlarda yutuveriyoruz onları hap gibi. aslında harika bir tasarruf yolu. sanki benliklerde kıtlık alarmı varmış gibi. hepsinden, ama ölmeyecek kadar.
birkaç telefon konuşması yapmalı şimdi, o mor evdeki yeşil gözlü kediye gitmeli sonra en sevilenle birlikte, ve yıkanıp parlamalı şifayla/huzurla, gülmeli en içten hallerde, bir de ekibe uğramalı, yönlendirmeli onları, ki verim tavan yapsın.

bugün mutluyum ya. akıllara ziyan otobüs-trafik işkencelerine, vücudumun "yeter beaa" çığlıklarına rağmen mutluyum. sevginin bir kokusu varsa eğer, bugün buram buram kokuyorum. -keşke'me selam çakıyorum buradan, kenarda köşede uçuşan pembe bulutuma-yakından tanımak, saatlerce dinlemek, hayata bakışını/yaşam tarzını öğrenmek istediğim biriyleydim bugün. nasıl derinden bir saygı, nasıl derinden bir takdir bu hissettiğim! çok yaşasın ve hep mutlu olsun, tek istediğim bu. hayatımdan çıkıp gitmesini engelleyecek bir yol bilmiyorum çünkü.
bir de şanssızlık kumkumasından bahsetmeli. silinen/kaybolan yazılarla başı dertteymiş, öyle söyledi. doğru zamanda, doğru yerde olmayı bekliyor demek ki duyguları/düşünceleri. her şeyin sırası gelir nasılsa, acele etmemeli.
-tatil güzel şey :) -

Çarşamba, Aralık 22

bir tutam ondan, bir tutam bundan

geçip gidiyor günler gözümde büyüttüğüme değmeyecek şekilde. bir şekilde aşılıyor her zorluk. üstesinden geliyor insan.
dipte biriken tortuları fark etme zamanı şimdi. iş güçle boğuşurken içe dönmenin, oradaki benlere selam çakmanın. ne kadar çok çöp torbası çıkıyor içimden. birikenler sevgiyle akıp gidiyor biraz uğraşınca, sıcacık kucaklarda, gülen bakışlarda -o gülen bakışlar ki doğuran, o gülen bakışlar ki batıran-
yorgun bedenim. kocaman, hantal bir çuval gibiyim. tatlı bir huzur hakim, yapılasıları maddeleyen içinde. istekler var, dilekler var. öyle ki, dünyayı yerinden oynattıktan sonra geri dönüp salıncakta sallanacak gibi. uyku gerek biraz, şifa lazım biraz.
kendi yolumu çiziyorum düşe kalka. düşe. kalka. düşüşlerde tutuşlar, kalkışlarda anlık denge kayıpları. koca bir fırtınanın içinde gözlerim kapalı, ellerim bağlı, bir yerlere gidiyorum. seçimler çok belirsiz bu ara. bir şeyler dönüyor, ama sanki arkamdan fısıldaşıyor birileri ben anlamayayım diye. karışıyor dünya(m) ve düzenleniyor, yeniden yine.
görmeyeli değilmiş beyoğlu, pasajlar. her şeyin yüzü değişmiş sanki. ne ara olup bitti bunlar, ben neredeydim? o deli rüzgarda uçuşan şemsiyeler ve sürüklenerek ilerleyen bir dolu insan. komşu dünya paralellikleri biraz, kader birlikleri ucundan, geçmişin gıdıklayıcı yüzüne bir öpücük ve belirsizlikleri yokluğa yorma.
geçmişte olup bitenlerden pişmanlık duymam sanıyordum hiç. ama bu gelecek hesapları her olasılıktan binbir anlam çıkarırken ve yarını net görebilmek imkansızlaşırken, geçmişteki "daha iyi olabilirdi" ler yanıp sönen harflerle geçiyor zihnimden. cesaretsizlik değil bu, ümitsizlik değil. ama burukluk getiriyor beraberinde az biraz. ve yükümlülük. belki de hayatının sorumluluğunu alabilmek açısından önemlidir bunlar. o küçük siyah kıllı yaratıkları beslemeden, her yerde aynı yansımaları görmeden yaşamak gerektiğini anlamak içindir belki. denemeli ve görmeli.

Salı, Aralık 21

mor-üfüren

kelimelerim nazlı bu aralar biraz. kahkaha ve koşuşturmalar eksik değil gerçi, keyifler de devamlı oflayıp poflamayı engelleyemese de yeterince yerinde. ama kafamda dönüp dolaşanları yazıya geçirmek zor bu günlerde. hem karışıklıkları, hem de zamansızlık tabii sebep. pek şaşırtıcı olmasa gerek.
bu aralar, aralığı yarılamış bulunmanın da etkisiyle, yine iç hesaplaşmalarla dolu. hayaletlerle kovalamaca oynuyorum zihnimde bir anlamda. kişiler, olaylar, arzular, hayaller, geçmiş, gelecek.. şimdinin pek yaşanabilir kılındığı zamanlar değil bu. durup düşünme anı hiç değil. her an bir hareket, her an üzerinde kafa yorulacak bir soru var. ama nedense yorgunluklarım kayıp. ona buna yakınmak, sahte agresiflikler var evet. kendimi anormal hissediyorum zaten. ama bunalım, kırılmışlık, boşluk halleri uzak.
birkaç kanadı kırık kuşum var gerçi. içimde ukte. kanıyorlar devamlı. dilime, zihnime, elime, ayağıma dolanıyorlar. hatta bilincimi de, bilinçaltımı da parmaklarında oynatıyorlar. bu yüzden objektif çözümler bulmamı engelliyorlar. kanı durmanın, kuşu kurtarmanın olasılığını düşürüyorlar. bir sakin kafayla, aşırılıklardan/abartılardan uzak, kalbimin sesini az buçuk bastırarak düşünebilsem.. her yeni gün sevip okşanmak kadar, bir o kadar balyoz yemekten kafasında aptallaştı biraz küçük kuşlarım. ellerinden tutacak mıyım, ölmeye mi terkedeceğim, bilemiyorlar. soruları cevapsız, iyileşme çabaları sonuçsuz kalıyor. paralelize hallerde yuvarlanıp gidiyorlar benimle.
daha kırılgan sanıordum onları. aslında bu kadar çetin ceviz çıkmaları bile yaşamaları gerektiğinin kanıtı gibi duruyor. ama kararsızım işte. doğru-yanlış ayrımı yapmak ilgi alanıma girmiyor bu ara. ikişer beşer çıkmak var şimdi merdivenleri. her katta durup kolaçan edemiyorum etrafı.
-yağmurlu ada güzeli ortalarda yok yine. ölmediğini haber etti de, nefes aldığından emin değilim?-
-kızıl kıvırcığım da cehennemlerden cehennem beğeniyor gibi bu ara. kafasını bir kaldırsa şu kara bulutun içinden. kocaman mor-üfürenlerimiz var bizim. dökülen yaprakları nasıl temizliyorlarsa o üfürücü borularla amerikan filmlerinde, biz de öyle dağıtırız bu deli karanlık bulutları. yeter ki el ele olalım..-

Pazar, Aralık 19

köşebaşı kutsalları

çok parlak bir ruhla karşılaştım geçenlerde. ışıl ışıldı, gözlerinde kocaman sevgiler vardı. kısıtlı bir alanda, elverişsiz koşullarda gerçekleşti bu buluşma. ve tek taraflıydı. paylaştıklarını dinleyebildim sadece. anlatacak ne yer, ne zaman vardı. akıp gitti ellerimin ucundan. elimde bir adla soyad kaldı. oysa tartışacak, irdelenecek, öğrenecek çok şey vardı.olması gerekeni takdir ettim tekrar. iyi ki, dedim, iyi ki! tesadüften, şanstan fazlasıydı çünkü. çok bendendi ve çok kendindendi.
parlak bir ruhla daha karşılaştım dün gece. kendini ifadesina şahit oldum. dünya durdu, ben durdum, sadece o oldu. tüylerim diken diken, ağzım bir karış açık, izledim, baktım, görmeye çalıştım.

hayat hızlı aksa da, yoğunluğundan bir şey kaybetmiyor hala. köşebaşı kutsalları var hala. her yerde, her anda. -anlayana..-

Çarşamba, Aralık 15

öğrenmenin sonu yok

son bir haftadır her günüm zor kararlar almakla geçiyor. zorlanmamın karşılığını somut olarak alıyor muyum emin değilim açıkçası. seçimlerim doğru mu, yanlış mı, hiçbir şekilde bilemiyorum zaten. koyverip gidiyorum da diyemeyeceğim. tek bildiğim şey, ilk defa böyle durumlara düşüyor ve bir şekilde içinden çıkmayı başaracak oluşum. diğer tüm soruların önemsiz olduğu, bırakın önümü görmeyi, neyi hedefleyip neye yöneldiğimi bile bilemediğim bir yerdeyim işte. daha önceki yaşantılarımdan elde ettiklerimle bir yere varmam olanaksız, yeni çözümler üreterek ilerleme kaydetmeye çalışmak anlamsız. ama bir şekilde ilerliyorum, daha önce hiç yapmadığım ve hiçbir adımından tam emin olamadığım bir şekilde.
yorgunum. şu hastalık meselesiyle birlikte sene başından beri hiç olmadığım kadar yorgunum. ama bu halimle tezat içinde, hiç olmadığım kadar da güçlüyüm. üstelik eskinin "değişiyorum, büyüyorum" hallerinde de değilim hiç. kendimle gurur duyduğum da pek söylenemez. ki nefret etmediğimi de biliyoruz. ulaşacağım hedeflerin büyülü hayalleriyle kendimi motive ediyor da değilim. hatta somut hiçbir hayalim yok şu an -o pembe, küçük bulutu saymıyorum :) - hiçbir laftan, ilgiden de etkilenmiyorum. sadece gidiyorum, nereye ve niye olduğunu bile bilmeden. ve bir sonraki anda ölecekmiş gibi yaşıyorum. her an elimden akıp gidiyormuş, geriye de hiçbir şey kalmayacakmış gibi. başka bir deyişle, ne ileride hayata geçiririm dediğim projeler kuruyorum kafamda, ne günün birinde gerçek olmasını arzuladığım hayallere tutunuyorum. şu anda, şimdiki halimle, saf oluşumu temel alıyorum. ne kişilere, ne olaylara, ne geleceğe, ne geçmişe güveniyorum. böylece ya anda kaybediyorum, ya anda kazanıyorum. ama hangisi olursa olsun, bir sonraki anda her şeye yeniden başlıyorum. ne bir hafifleme getiriyor, ne de bir dibe çöküşe neden oluyor. ama bir şekilde ayakta tutuyor beni.
yine yapılasılar aksadı bu hafta. planlar, önceden belirlenenler, kesin gözükenler. sanki hayatla bir ego çatışması içindeyim. inatçı keçiler gibi benliğim üzerine bahis oynuyoruz. ben deterministliğim üzerinde direttikçe, o da en güçlü silahlarını çıkarıyor birer birer. kim pes edecek diye mi bekliyoruz, yoksa küçük köpek yavruları gibi eğlence olsun diye mi dalaşıyoruz, bilmiyorum. ne kazanan, ne kaybeden olabiliyoruz, bu kesin. sonu gelmeyen bir iddia gibi. limit hesaplaması sanki. kaybetmeye de, kazanmaya da hiçbir zaman tam yaklaşamıyorum, ama devamlı tetikte ve uyanık olmak zorunda kalıyorum.

Pazartesi, Aralık 13

komik tüm bu olanlar..

keşke gülecek halde olabilseydim. keşke kanamasaydım bu kadar, bu kadar acımdan kör olmasaydım da, dışarıdan bakıp gülebilseydim kendime.
olayları, hayatı, yapılasıları, yapılmalıları bu kadar birbirine karıştırmayabilseydim keşke. kendimi insan hissedebilseydim, kendimi var görebilseydim. ama yok, ne kursam, ne hedeflesem imkansızlığa çıkıyor sonu. tüm kapılar kitli ve süre dolmadan elimdeki sonsuz anahtardan doğru olanları bulup kapıları açmalıyım sanki. bu yüzden susmuyor mantığım. her elimi anahtarlığa götürdüğümde, nasıl sonuçsuz, nasıl hayal bir işe giriştiğimi gösteriyor. kendime inancım yitiyor, gücüme güvenim eriyor. küçülüyorum.
bitsin artık, bitsin! çünkü ben tükeniyorum!

nefeslerimi özledimm

Gerçekle hayal birbirine karıştı. Saatler durdu, bedenim kontrolden çıktı. Ne bok şey şu hastalık! O kadar işin ortasında böyle süpriz yapılır mı? Nasıl bir espri anlayışıdır ki bu?
Saatler boyu süren işkence günün ışımasıyla duruldu neyse ki. İki saat uykuyla sallantıda geçen bir gün işte bu. Fazlasını beklememek gerek. İşler kenarda beklesin, benim baş ağrısından duvarlara kafa atmam gerek. Burnumu çekip uzatıp, kendimi onunla tavana asmam gerek.
Olsun varsın. Bugün bunun içinse, böyle kalsın.
Hayat yine eline geçirdi ipi. Arabasına bağladığı atıymışım gibi kırbaçladı acımadan. Sevindim. Kendimi harekete geçirmekten öyle acizdim ki, koşu iyi geldi, panik iyi geldi. En azından önümde uzanan yolu net görebiliyorum artık. Bulanık karanlıkta deneme yanılma turları atmaksızın sadece denilene uymayı hedeflemek daha rahat. Nefesin burnunun dikine giderken değil, sana çizilen çizgide kesilsin işte, ne güzel. Anların kıymete binsin, uzaklara değil, önüne baksın gözlerin.
Haliyle aralık da hızlı damgası yedi benden anında. Şu zorunlu mola da olmasa, cidden sapkın bir buhrana dönecekti. Nefessizlikte de olsa, mola moladır diyorum şimdi. Hem hızı bana acıyıp düşürülmüş biraz şansıma. Bulunduğum yer daha da aydınlandı böylece.
Sabah dilimde su gibi bir şarkıyla uyandım. Kendimle, kızıl bir kıvırcık ithaf edeceğim sanırım.. :P

Çarşamba, Aralık 8

obenler

şaşırıyorum kendime, nasıl bu kadar gardım düştü diye. o kadar meşgülüm ki oben yap-bozunu birleştirmekle, olay akışını kaçırıyorum bazen. değer mi diyorum sonra, elimde bu kadar az şey varken. ama fedakarlık da değil ki tam yaptığım, biraz fazla pasif bir beklemedeyim işte. yine de bir bakışa aldanılır mı bu kadar? zıp zıp zıplanır mı, ayakta duracak güç yokken? ödül müsün, ceza mısın be sen?

yok, yok, kızmıyorum obenlere. kızamıyorum. kızamam. kızmam. küçük kıvılcımlar gerek insana sabahları uyanmak için, küçük paketler gerek insana, açarken heyecandan ölmek için. adrenalin işte fena mı? bazen aptallaştırıyor gerçi ama olsun :P

çemberimde gül oya demek istiyorum yine burada :P kızıl kıvırcık bilir niye burada :)

ah zaman ne vurdumduymazsın bu ara. kaçırılan fırsatlar hatırlatıp durmasana! elini çabuk tutların niye eskimiyor senin? başımda gardiyan mısın, nesin? biraz nefes aldır yahu! zaten mantığım saf dışı kalmış, ayağımı bastığım yeri göremez haldeyim, bir de sen geliyorsun üstüme, yoruyorsun. sen hızlısın, ben soluk soluğa. olmaz ki böyle!

-bir rötarlı koşturacağım bu yazıyı, net bağlantımın son günü utansın :) -


Salı, Aralık 7

Yazayım ben yine. Onca iş bir kenarda beklesin. Yeter ki ben yazayım yine. Satır aralarındaki anlamlara saklanayım yine. Gözümü kapattığımda gördüğüm hayal, yanlış yerde yanlış yere bastığımı bu kadar derinden hissetmemi sağlayan o hayal. O çıtır çıtır, o üzerinden saflık akan, o en ufak bir hareketinde ağzımı kulaklarıma vardıran. Obenler doluyor bu ara her yer yine. Taşıyorlar hatta içimden. Kendime söylemek yetmiyor, haykırmak istiyorum olmuyor. Yanlış yerde yanlış yere basıyorum sonra. Üzülüyorum. Kime, neye göre yanlış halbuki? Niye bu kadar özenliyim, niye bu kadar titiz? Obenlerin yanlışlarını önceden tahmine zorluyorum kendimi. Fedakarlık ediyorum kendimden. Başka biri oluyorum belki bazen. Ya da en azından içimden geliyor başka biri olmak bazen. Her şey karayken kesin bir aydınlık ok gibi saplanıyor gerçeğe, her şey aydınlıkken yanlış yere bir adım söndürüyor gülümsememi. Hafife mi alıyorum kendimi ne? Geçiştiriyorum belki, geçer nasıl olsa diye? Ama yok, olmayacak. Gidemeyecek daha fazla böyle. Biliyorum. Hatta arada kendime molalar veriyorum. Ama günler geçerken, içimde bir şeyler büyürken, olasılıklar, şanslarla ölçemiyorum hareketlerimi. Anlık tepkilere gidiyor elim. Gözümü kapattığımda hep aynı hayal. Hayal, hayal.. Pembe, küçük, uçucu bir bulut. Öyle bir salınıyor ki mor gökyüzümde. Düşünüyorum bazen kendimi mi kandırıyorum, gözlerim mi aldanıyor diye. Ama yok, ne zaman varlığını yadsısam bir yerden kafasını uzatıyor ve bir gün gözlerimi kapamışken o hayal yine önümde beliriyor.
Açıkken de önümdesin değil mi :) Elimle sana her dokunuşumu hissediyorsun değil mi? Varlığım her geçen gün büyüyor değil mi? Geçiştiremiyorsun beni? Vakit yok, ortam yok, izin yok, biliyorum. Belki de çok geç artık? Ama olsun, obensin sen ve duruyorsun orada. Hala. Belki bekleyerek, belki bilerek. Ama duruyorsun. Tıpkı ben gibi, tıpkı “Bir minicik kız çocuğu, bak, duruyor orada. Hala.” gibi. Yoksa “bir oyun mu bu tiyatro sahnesinde”?
-pembeyi tek seninle seviyorum galiba, antibenime duyrulur :P-
-çok zoraki geldi dünkü şiirimsiler. olsun bilenler bilir pas silmek içindi onlar. gelir gerisi, yolu açtım artık..-

Pazartesi, Aralık 6

yıl sonra

Elimi tutmayın düşerken benim
Bırakın karanlıkta yankılansın sesim
Elimi tutmayın düşerken,
Benim, ben kalsın benim
-----
Arada yarım metre mesafe
Umrunda değil ki kalbin
Yeter ki hissetsin
Bir sesi, bir rüzgarı
-----
Elinde ateşten bir gül
Kararsız, kime versin?
Sen kalmış nefes nefese
Olasılıklarda delisin.
-----
mantıkla koptu bağın işte
faydacılık falan hikaye
ancak fırsat geçti eline
akıntıda baloncuk ol yine
-----
gözlerini senden kaçıran o gölge
vücut bulana dek görüntü sadece
eli yok, dili yok, gözü yok
otursun yalnız hayal aleminde
-----
zaman kürek çekerken hiçliğe
önünde çarpışan ağır dişliler
hayaller düşerken asılı kalmış
beklentilerin rengi solgun

zaman kürek çekerken hiçliğe
arkanda geçmiş ruhların uğultusu
adları geride kalan sesler kısılmış
durgun arayışların elleri yorgun

zaman kürek çekerken hiçliğe
yanında yüzlerin yolu kayıp
arabaların itiş gücü sıkılmış
hiç bitmeyen bir maraton bu

bir de dün adam dövecektim güya. e bugün ne yapmalıyım o zaman? bugün kendimi dışa vurmanın, hayata tepki vermenin, olanları algılayabilmenin yolu nereden geçiyor? bugün nasıl sağlam duracağım ayaklarım üstünde?

sorular yersiz, çünkü çok da iyi atlattım bugünü. ama hayat giderek saçmalaşıyorsun sen de! ne ki şimdi bu? sekiz sene sonunda yapılacak iş miydi? o taş duvarlar arasında bana göstermediğin pislik kalmadı her halde artık? hayır varsa söyle, hazırlıklı olayım bir dahaki sefere. çünkü trajikomikliğin sınırlarını aşalı çok oldu. her gün yeni bir şey çıkarıyorsun karşıma, saçıma sakız gibi yapışan. filmler, diziler çekecek, romanlar, tezler yazacak malzemem birikti yeterince. daha zorlamasak diyorum?

kendime dışarıdan baktım tüm gün. nerede durduğuma, kim olduğuma. içerisi boğucu ve karanlıktı çünkü. duramazdım orada. durdukça eteklerimden tutup aşağı çekiyordu beni bir şeyler. çıktım yukarılara, en tepelere. zaten kalbimi ısıtan bir dolu şey de oldu önünde, arkasında. atlattık yani kazasız belasız. yine dilimde sakız "ne mutlu" demetleri, yine kalbimde isyandan çok sevgi var. ama bir şeyleri öldürdün hayat içimde. şu sekiz senede benden on tane ben çaldın götürdün. yerine koyduklarımla gidenleri kıyaslıyorum arada bir. durumu kolaçan ediyorum. ve her seferinde yeni kayıpları fark ediyorum. büyümek mi bu hayat? büyümek bu mu? yoksa gerçekten kırılıyor mu içimde bir şeyler, saflığım kirleniyor mu? insanlara inancım, güzelliğe sevdam, doğruya güvenim mi bu beni terk eden? yoksa sadece birkaç ufak şanssızlık mı? bu kadar şanssızlık da üst üste gelmez ki be hayat? dün bir, bugün iki olsa neyse, ama seneler akıp geçiyor. benden gidenlerle bana gelenler köprüde karşılaşıyor. hep gidenlere yol veriyorum sanki. arkadan gelenler kendilerine zar zor yol açabiliyor sanki. ve en çok onların üzerinde yürüdüğü ipler çürümüş sanki.

"satürn ün disipline eden etkileri açığa çıkacak" yazıyordu gazetede. :) ne eşeksin be hayat :P haydi bana acımadın, geriye kalan o parıltılı gözleri niye ağlattın? ne gerek vardı hayat? biliyorum nedenli her şey, biliyorum tesadüf diye bir şey yok, biliyorum deneyimlemeye geldik buraya. ama izin ver sorayım yine bir kez daha: neden tüm bu olanlar hayat? adalet ne, sistem ne, doğru ne, nereden bilelim ki hayat? tek geçerli olan kaos mu hakikaten? bir karmaşanın içinde kendini kaybeden adamlar mıyız?

giderek zorlaşıyor beni bir arada tutmak. ideallerden çok uzak bu sene. ve hayallerden. köşelerde gizlenmiş, önüme çıkıp "böö" diye bağıran adamlar var, her seferinde farklı maskeler takan. kim onlar, gerçekten beni büyütmeye mi çalışıyorlar?

bugünü kurtardım hayat. iyi kotardım. güzel haberler aldım. aralarda büyülendim, hayran kaldım. aralarda "durdurun arabayı, inecek var" diye bağırdım. yaptım işte bir şeyler. ve sonucundan memnun kaldım. dünü de atlattım, güzel haberler, elleri ellerimle birleşenlerle oldum. ama yarın ne olur bilemiyorum artık hayat. öngörü diye bir şey bırakmadın bende be! neye "hayatta olmaz" deyip sırılsıklam güvendimse, neye "e heralde yani, bir de olmasaydı" deyip sırtımı yasladımsa teker teker kaçtı be hayat. tamam, "bir tek kendine güven, başkasına bel bağlama" mesajları vardı arkasında, tamam bir dereceye kadar anlayabildim. ama şimdi kendime dairlere de bulaşıyorsun be hayat. aramızda biraz mesafe kalsaydı?

Pazar, Aralık 5

dövecek adam aranıyor!

Dökülmeliyim biraz. Vücudum da, benliğim de fazla tortulu bugün. Silkelenmek gerek. Bu kadar gerginlik iyi değil.
Bir yandan olması gereken planları sıralanıyor kafamda, bir yandan gerçeklerin katı dünyasının sivri köşelerinde patlıyor tüm hayat balonlarım. Düzenli, programlı, önceden belirlenmiş bir hayatı özlemeye başladım. –benim bu cümleyi kuran evet!-
O kadar dalgalı, o kadar spontan gelişiyor ki son bir aydır her şey. Adımı unutuyorum bazen bu karmaşada. Bilinçsizce durduğumu fark ediyorum boşluğa dikerek gözlerimi. Sonra irkilip kendime geliyorum ve etrafa bakınca her şeyi kendime yabancı buluyorum.
Kendime özgü, kendimin bulduğum şeyler kontrol çıktı çünkü. Hayat başına buyruk. Verilen kararlar ya erteleniyor, ya iptal oluyor ya da hayata geçirilme çabasına girilemeden kaybolup gidiyor. Stresli bu aralar hayat. Çünkü kitabına uygun akmıyor. Ve bu küçük düzen hastası deli oluyor etrafındaki bulanık görüntülere. Etiketlenip rafa kalksa yine keşke her şey. Nerede durduğumu bilsem, sağlam bassa ayaklarım yere. Ama hayır, her yerimde kaos hakim. Onun kaotik düzen dediği şey işte.
Yapılacaklar listesi bile absürd bir hal aldı artık. Sabah uyanınca yataktan kalkmayı bile sorgulatıyor hayat. Niye yapıyorum bunu, niye bu saatte, yoksa şöyle mi olmalıydı?
Hızlı değişiyor hayat, bağımsız değişkenleriyle feleğimi şaşırtıyor, kesin doğrular bırakmıyor.

Ama mutluyum :) Aralığa mutlu girdim ben. İçimdeki o kırılmışlık, dökülmüşlük, zavallılık halerinden arınarak. Yüzüm daha çok gülüyor artık. Anlamsızlık daha uzak. Biraz daha kendimim bu açıdan. Ve kendim olanla daha barışığım. Zihnimde dövüp durmuyorum kendimi. Kızıl kıvırcığa anlattığım o hayatın dibine çökme halleri dağıldı çünkü. Küllerimden doğdum sanki. son iki haftadır çok iyi gidiyordum yani.

Ama bugün sinir etti beni. Bugün adam dövmek istiyorum ben. Şartları, olanları, hayatın akışını, hepsini pataklamak istiyorum bir güzel. Yaramaz çocuklar gibi koşturuyorlar çünkü, oynuyorlar benimle bugün. Kardeşim gibi tahammül sınırlarımı test ediyorlar. Üzerlerine elime geçen en sert şeyi atmak istiyorum şimdi. Bunu haketmiyordum ben tamam mı? Benimle böyle dalga geçmenizi haketmiyordum! Nanik yapıyorsunuz şimdi köşeden, belki de tepelerden bir yerlerden burun kıvırıyorsunuz daha öğreneceği çok şey var bunun diyerek. Ah bilmiyorum, olması gereken olduğundan yüzde yüz emin de olsam, kesinlikle bugünü baştan başlatmak istiyorum. Çünkü nefret ettim bugünden, baştan sona her anından. Şimdiden de nefret ediyorum. Bedenim ağrıdan, zihnim sinirden kaskatı kesilmişken yüzüme gülücük, kalbime sevgi konduramıyorum. Bu gün bitsin, bu hafta bitsin, bu sene bitsin, her şey bitsin, her şey bitsin. İçimden geçen bu bugün. Yarın sabah toplarım dağıttıklarımı, ama şimdi duvarda bir şeyler kırmalıyım. Başka türlü kabullenemeyeceğim bugünü, olmayacak.
–insan uyuyamayacak kadar sinirli olur mu?-

Perşembe, Aralık 2

son 30 gün!

bugünden ne çok korktum cebe ilk baktığımda! derin nefesler yılıydı 2004, son yeni-eski sezen di (yeni-eski:yenilenmiş ama özünden kopmamış). şimdi fark ettim ki bitiyor büyü. son "kendim-zamanlarım" bunlar. 2005 bambaşka bir sezen getirecek karşıma biliyorum. aralık ın 31 inde saat 12 yi vurduğunda belki cam ayakkabımı bir yerlerde unutup fare ve balkabaklarıyla ortada kalakalmayacağım, ama bir şekilde br dönem daha kapanıyor olacak hayatımda. zaten şiddetli bir geçiş hali mevcut hali hazırda. hiç alışkın olmadığım, garip bir huzursuzluk var kendini hissettiren. sadece sessizlikte duyuluyor sesi. durduğumda ortaya çıkıyor. sanki gecenin içinde, dünya uykuya daldığında duyduğunuz o garip ses vardır ya. çılgın bir konser sonrası kulağınızın çınlaması gibi. sessiz bir çığlık, sadece odaklanınca ayırdına varılan. işte o ses gibi sadece dikkatli bakınca görebildiğim bir dalgalanma var derinlerde. yine bir şeyleri bırakma zamanı geliyor sanırım ya da yeni bir şeylere başlama. bir hoşnutsuzluk var orada bir yerde ve benliğim yakında büyük bir karar verecek bu hali ortadan kaldırmak için. hep öyle oldu, bu sefer de öyle olacak gibi. ama henüz bana bile söylemiyor ne planladığını. susuyor. sanki etrafta dolanan bir karanlık gölge var. ve sadece hayat durduğunda duyuyorum o korku filmlerindeki fon müziğini. kim, ne, neden, bilemiyorum henüz. tanışamadık daha tam. tam yaklaşırken polyanna giriyor araya. tam moralim bozulup dibe çökmeye başlarken harekete geçiyorum anında. snlik bir ivme kazanıyorum yüzeye çıkan. nasıl oluyor da oluyor bilmiyorum. ama bu karanlık gölge tepelerde gezmemi de engelliyor biraz. hafif bir gerginliğe sebebiyet veriyor sanki. eskiye oranla daha çok öfkelenmeye başladım mesela. gerçi bu haftanın yoğunluğundan kaynaklanıyor bu büyük ihtimal. ruhsal çözümlemelerde baz alınacak bir durum değil gibi. kafamda planlar kuruyorum devamlı çünkü ve aksatan en ufak dış etki sinirlerimi zıplatabiliyor bir anda. çıktığı gibi de iniyor neyse ki de, sırıtmayı özletmiyor fazla :) her neyse. sanırım bu gölgeden tamamen kurtulmanın yolu önce tamamen dibe batmaktan geçiyor sanırım. üstüme çullanması gerekecek galiba savaşabilmem için. şu haliyle hayaletten farksız çünkü. tutsam tutamazsın, atsan atamazsın. resfest, akbank kısa film festivali, blues festivali falan filan. bir tomar etkinlik kaçıyor yine koşarak benden. göremediğim tonla filmi, okuyamadığım sürüyle kitabı saymıyorum hiç! keşke bu fedakarlıklara karşılık elle tutulur bir şeyler yapsaydım, o zaman mazeretim olurdu belki. oysa sadece yalanlarla cevap verebilirim şimdi soranlara. "kolay gelsin" leriniz boşa gidiyor yani :P -son aydayım ve hala 2005 e isim koymadığımı fark ettim. olmadı şimdi..- -kızıl kıvırcığa da not düşeyim, efem "kıyı kahvesi" tabir olarak var olan bir şey değil dedim, telaş etmeyin :) bir de uranüs bizim burca girince dış görünüme bile yansıyanlar değişiklikler olacak, saç renkleri değişecek falan demişlerdi. şimdi fark ettim. sen kızıl, ben kızıl. hatta auris bile bir sarılar attrırıp geldiydi geçen sene. bizim sınıftaki ipek sarılanmış sonra. bilemiyorum yani :P