Kelime Koşusu

Cumartesi, Kasım 27

uzun zaman

zaman artık uzun uzun geçiyor zaten. günler hep uzun, zaman hep akışını en ince ayrıntısına kadar hissettiriyor.
belki bir o kadar da hızlı geçiyor. çünkü anlayamıyorum, ne zaman büyüdüm ben? hayat kavgasıyla öyle meşgülüm ki her an! geçim kaygısı şimdiden benliğimi sarmış durumda. acaba hep karşı çıktığım, özüme aykırı bulduğum o "ruhsuz işadamları"ndan mı olmak hakikaten amacım. gerçi başka seçenek görmüyorum kendim için. önceliklerim belirli, garanti gerekiyor bana önce, ben olabilmek için yaşamasını sağlamalıyım sevdiklerimin. borçlu hissetmeye devam edemem. bir şeyler ödemeye başlamalıyım artık, paylaşımın verme zamanı başlamalı. kuru kuru sevgiyle olmuyor alınan nefesin bile pahalı olduğu bu dünyada. maddiyat bu anlamda önemli evet, vazgeçilmez hatta.
gidişat ne yönde peki? içim nereye sürüklendiğinin bilincinde mi? yaptığım, yapmayı planladığım şeyler büyük fedakarlıklar mı acaba? doyum, varoluş kaygısı içeriyorlar mı gerçekten?bilmiyorum, ama güvenim tam bürliğe. nasılsa yerimi bulacağım bir şekilde. önceden öngördüğüm kesin şeyler yok sonuçta. birbiriyle alakasız sayısız olasılık var, ayrı ayrı şekillenen. hiçbirine diğerinden daha yakın değilim sanırım. afallatan süprizlerine hazırım hayatın.
tanıdık yüzler gördüm bugün, planlarımda beklenmedik aksaklıklar çıkmışken hoş bir süpriz oldu. uzaklaşmışım meğer dış dünyadan, özümden. onu fark ettim. ne mutlu, tam da bambaşka şeylere odaklandığın anda gülen yüzlerle karşılaşmak!
bir kızıl kıvırcık var sonra mantarlara karşı kahve-çikolota dondurma yediğim. canım o benim! :)
sonra tatlı cadım var, birden bire bir yerlerden çıkarken, sonra kayıplara karışan, ama her seferinde içimi ısıtan.
sonra gözleri hep uzaklara dalan, kendini de, hayatı da gözden yavaş yavaş çıkaran biri daha var. tesadüfler olmasa sesini unuturum belki. ama çok şükür o hayatıma şans eseri girdiği gibi, benimle bağlantısını da hep raslantılarla sağlayan bir kötü gün dostu. öyle çok şey borçluyum ki ona, iple çekiyorum umursamazlığını daha kuvvetli sırtlanabileceğim günleri. belki yeşile boyalı odanın kırmızı koltuğunda otururken, belki uzak bir ülkedeki evine birkaç günlüğüne misafir olurken. kim bilir?
bir de lanetli karanfil var tabii :P ulaşılamaz olan daha mı kıymetli oluyor ne :) yine de bu kopukluğa rağmen düzenli nefes alıp verişini duyuyorum ya, başka bir şey istemiyorum :) -yok yok istiyorum :p ve 3ünde de alıyorum :) kesin bu sefer olm, kaçış yok!-

hayat, sana sesleneyim biraz da: feleğimi şaşırtıyorsun bu ara. o kadar fırtınalısın ki. yelkenlerimi zaptetmeye çalışıyorum bir yandan. diğer yandan denizin maviliğine, güneşin güzelliğine dalıyorum. neler var önümde kim bilir? hayattaki tek hırsım bu sanırım, bu hayatı sıkıp suyunu çıkarma hallerim :)kendimi çözümleyebilmenin umudunu tamamen yitirdim bu arada. yok yani, olmuyor böyle işler bir anda :) çok karışığım ben be! kendim için bile :) nefes alıp verişim bile bir tuhaf benim, hele hayatla kimi zaman kol kola, kimi zaman alt alta üst üste gezen halim. son günlerde bir farklı seviyorum kendimi. bir farklı eleştiriyorum bir de. içimde yeni bir şeyler büyümesi değil bu, sanki ağır ağır koltuğa oturuyorum. çok yorulmuşum da, eve gidip yatağıma uzanacağım ana adım adım yaklaşıyorum. böyle bir his yaşamamıştım uzun zamandır. yoğun ve ağır çekim bir hal. sanki sn ler sonra tak edecek bir şeyler ve tren raylarının yönü değişecek ve öbür tarafa gitmeye başlayacağım. sanki soruya verdiğim cevabın butonuna tıkladığım, ama henüz butonun basılı kaldığı, kum saatinin ortaya çıktığı, sn in bilmem kaçta biri kadar süren bir andayım. o kadar kısa ve o kadar kesin bir anki heyecanlı değilim, sabırsız hiç değilim. yapacağımı yaptım ve bekliyor bile değilim. doğal akışında ilerliyor her şey ve ben nötürüm. bu asansörü çağırma tuşuna basmakla, asansörün kata ulaştığında kapısını açmaya uzanmak arasında geçen o an işte. oluyorum sadece. başka bir şey yapmıyorum. odaklı bir değilim bu işleyişe. izleyen bile değilim. parçayım, bütünüm, yapanım, olanım, görenim, duyanım, bilenim, habersizim, umursamazım, özenliyim.. tüm renklerin birleşerek beyaza ulaşması gibi bir şey bu galiba. emin değilim..

Pazartesi, Kasım 22

kış geldi kış!

sonunda lokum kıvamındayım işte :P hem de bugünün onca zulmüne rağmen. bir rahatlık, bir hafiflik, sorma gitsin! :)
saat 6.40 da evden çıkıp 08.50 de okula varabilmek nedir bir kere, bir tartışmak lazım. sonra 5 saatlik bir almanca sınavı ne akla hizmet yapılır, neyi ölçmeyi umut eder, bir sormak lazım. bir de insan niye 14.00te binip 15.55de ineceği otobüslerle ulaşabildiği bir evde oturur, irdelemek lazım.aman her neyse, burdayım ya sağ salim.
kendimi zorlamaya devam ediyorum bugün ve karar vermedim durmayacağım. neden, niçin diye sorma şimdi hedef kitlesi. verecek somut bir cevabım yok buna karşı. ama sanırım içimden biraz daha "çaba harcayan" olmak geliyor bu aralar.
uzaklardaki sarışın benden haber bekliyor aylardır. sonra mor-turuncu yıldızlı bir defter var dolması gereken. aranması gereken en az 3 dost var sonra. yazılması gereken mailler de cabası. sonra bir pano var uğraşılması gereken, arınma çalışmaları var iki haftadır aksayan. varoğlu var anlayacağın. o yüzden bu sezen i biraz sezen yapma zamanı şimdi. hoş görün beni. kasmalıyım biraz.

Pazar, Kasım 21

alt alta toplamalı

şimdi fark ediyorum ki kendimi bildim bileli özlediğim ne varsa tek tek elime düşmeye başlamış bu sene. kah farkında olmuşum kah göremeyecek kadar meşgulmüşüm. sırrının da hayata tırnaklarını geçirip onu devamlı kanatmamaya çalışmamak olduğunu düşünmeye başladım. düşman aramadığın sürece gelip de kafana balyoz indiren çıkmıyormuş pek ya da yaptıklarının adı/etkisi değişiyormuş. hep istediğim, özlediğim, ait olmayı dilediğimi hayata gidiyorum tam gaz. yeni fikirler, ilginç paylaşımlar, anlık heyecanlar taşabiliyor her yerinden. en ufak bir şeyde birilerine yardım için koşmuyorum sonra, birilerine bir şeyleri şikayet etmeyi varoluş biçimi bellemiyorum eskisi kadar. zamanında kafamı yaranlara bile sevgiyle bakabiliyorum artık. ama bunu yaparken "aman herkes mutlu olsun" kaygıları da gitmiyorum. galiba artık dünya daha az kendi etrafımda dönüyor. çevremdekiler daha "insan" artık. listeler kurmuyorum zihnimde eskisi gibi, mutsuz olduğumda/zorlandığımda tek tek kontrol edip moralimi düzeltmelerini sağladığım. ihtiyacım yok artık onlara, yarın uyanınca güneşin yeniden doğacağını bilmek yetiyor artık. güven var artık içimde, huzur var. "kendimin ve bütünün en büyük hayrına olacak şekilde" rutinleri var. dayank aramaktansa kendimi dayanak haline getirdim sanırım. insanların beni teselli etmeleri yerine ben elleri, kolları olmaya çalışıyorum artık. ama ana bağlansınlar, bensiz yapamasınlar, beni deli gibi sevsinler diye değil. ileri görüşlülük yapmıyorum pek bu konuda artık, ince hesap kitaplara giderek daha az basıyor kafam. sadece anlık tatminler sağlamayı hedefliyorum kendime, bir "işe yarıyorum, ne mutlu!" duygusu armağan ediyorum kendime. somut nedenleri olmazsa insanın yaşamak için ve sınırlı tanımlar yapmazsa hayata dair kafasında, balta girmemiş bir ormanda çıplak ayak gezse bile bazen, akan kanında birkaç damla sevinç bulabiliyormuş, bunu anladım.
gerçi ne büyük kazıklar yedim, ne büyük kayıplar yaşadım bu yaşıma kadar -çok şükür-. tükürdüğümü yalatacak ne anlar gelecek kim bilir başıma? olanlara hiçbir anlam yakıştıramayacağım, yaşamanın hiçbir getirisini bulamadığım anlar olacak belki.. ama umarım o zamanlar da duygularımın şiddeti hafiflediğinde aklıma düşecek yaşamak istediğimi seçebileceğim. umarım o zaman da bugünkü gibi yanlışlarımı/hatalarımı ilerlememi köstekleyecek felaketler olarak değil, bana yeni kapılar açacak fırsatlar olarak göreceğim. umarım sadece başarılar üzerine kurulu bir hayatın düz ve beni geliştirmekten yoksun olduğunu anlayacağım. karşıma daha yüksek engeller çıktıkça, hayat beni kendine muhattap saydıkça sezen yap-bozunu tamamladığımı içime sindireceğim.
belki sadece olduğun gibi yaşamanın bile çok öğretici, kendini kendine yaklaştırıcı olduğunu fark ettim geçen sene. belki sayılarla, istatistiklerle, kişilerle, olaylarla sınırlı değil artık dünya görüşüm. belki de bu yüzden yalnızlık değil artık en büyük korkum, belki bu yüzden daha sağlıklı ilişkilerim, belki bu yüzden daha çok seviyorum.
her ne olduysa iyi ki oldu diyorum yine. ve iyi ki olacak diyorum. çok şükür ki, son kriz sinyallerinin de gözlerinin içine bakıp gülebildim. daha iyisini yapabilirdim, biliyorum. ve salt bunun bile devam etmem için beni güçlü kıldığının farkındayım.
korkular derinlerde bir yerlerde gizli yine. kafalarını çıkarıp duruyorlar olmadık yerlerde. ama artık onların varlıklarını tehdit olarak algılamamayı öğrendim galiba. kanıksadım belki, karşılaştığımızda çığlık attıramıyorlar belki. piçlik yapacaklar illa bir yerlerde, beni ters köşeye yatıracaklar kesin. ama korkularımdan korkmuyorum sanırım artık. her yüzleşmemizde bir adım daha ileri gittiğimi gördüm çünkü, işte bu iki gözümle gördüm.
şimdi içimde derinden sızlayan bir iki yara var işte dert ettiğim -dertsiz olduğumu iddia etmedim ki hiç-. tamamen iyileşebilecekler mi emin değilim. hatta tedavileri olmadığına neredeyse eminim. ama değişimin ne kadar kendiliğinden olduğunu ve arayınca bulunan, yerine koyunca denklemini sağlayan veriler olmadığından artık eminim. o yüzden ne beklemeye odaklıyım, ne de tüm enerjimi onlara harcamaya. parçam olarak görüyorum onları artık. isterlerse bırakırım, kalırlarsa sahiplenirim. çünkü bu ikisinin arasında aslında fark olmadığını anladım.
-iş güç zamanıı!-
-bir küçük ekleme: cici kızıl kıvırcık!-

Cumartesi, Kasım 20

kolay gelsin bana :)

son iki günün gerginliği son buldu bugün hele şükür! erimiş peynir gibi olamadım gerçi, daha var o zamana. ama bu kadar kaskatı hallere alışkın değildim. etraftakiler de ciddi yadırgamaya başlamıştı zaten, iyi oldu. oh! yazıya beklenen yorum geldi de :) geç oldu, ama güç olmadı neyse ki.

rüyalar delirdi yine! mantıklı bir olay örgüsü içinde toparlayamıyorum. kim, kime, neden, nasıl? benim çılgın montajlı, post-modern yaklaşımlı, zıpır rüyalarım için boş sorular bunlar. renkler, kokular, kişiler, kavramlar öyle birbirinin içine giriyor ki, şaşıp kalıyorum uyandığımda. insan yeni uyanmış haliyle az buçuk bir dinlenmişlik kazandığını hissetmeli değil mi? oysa ben rüya anlamlarına kafa yormaktan daha beter yoruluyorum o ilk 3-4 dakika boyunca. ah ne acı :P
yine şu benim ingiliz koca fantezim gündemdeydi dünkü rüyada.. öyle bilinçli bir istek değil ama bu. yanlış anlaşılmasın. ama nedense dış görünüşleri birbirlerine benzeyen bu tipler belli periyotlarla rüyama girip duruyorlar. her seferinde gelecekteki hayatıma yönelik benzer görüntülerde yer alıyorlar. bu kaçıncı unuttum valla. neyse canım, daha çook var o zamana kadar :) -bu arada biyolojik saatimden de korkmuyor değilim!-
-biri bana fal bakarken evlenmek için kariyerini/çalışmayı olduğu gibi bırakacaksın demişti değil mi, bak aklıma geldi yine! gr! bir de beni tanıyan adam iddia ediyor bunu, evet kızmak lazım!-
biraz fazla mı yumuşadım ne :P

Çarşamba, Kasım 17

gr!

yine duruyorum işte. korkuyorum. olumsuz anlamda bir paralelize hal bu. tek yapmam gereken başlayıp bitirmek o yazıyı. 4 saattir kafamdaki tek şey bu. başla ve bitir o yazıyı. çarşamba günü, bugün. ister 2'de, ister 5'de. ama bitir o yazıyı. kendine verdiğin sözleri tutmayı öğren artık. felç edici korkulara kapılmadan mantığının sesini dinle. gözünde büyütme bu sefer. bir seferliğine de olsa yap artık şunu. kökleşmiş, yerleşmiş, içine işlemiş önyargılarından kurtul. seni bağlamalarına izin verme. kollarından, bacaklarından yakalayıp yerlerde sürüklemesinler bu sefer. karanlık adamlar görme etrafına bakınca. düşman belleme. yaz sadece. numara yaparak değil, kasılarak değil. kendin olarak yaz. yaz artık şu yazıyı, yaz artık o yazıyı. yaz artık, yaz ona artık.
kıvranıyorum 4 saattir. şaka gibi! tam 4 saattir. kendimi ve kendime dair her şeyi zehirliyorum. sanki ertelemek çözümmüş gibi. sanki şimdi değil, sonra yazmak daha az acı çektiriyormuş gibi. sanki bir getiri sağlıyormuş gibi.
bir de dışarıdan müdahaleler yok mu!? çıldırmak işten değil! kaskatı kesiliyorum sinirimden. bir yazı, sadece bir yazı. nasıl böyle alt üst edebilir insanı? birine yazılacak, bir konuda yazılacak alelade bir yazı. tamam belli kurallara uyulmalı, birkaç kalıp dikkate alınmalı ve onun tarafından yapılacak değerlendirmeye ümit bağlanmalı. ama başka ne var, ne var bu kadar abartacak, kendini acıtacak?
gr!
bir de dışarıdan müdahaleler yok mu!!! delirtirler adamı!
derin nefeslerde duracaktık hani? hani el ele tutuşacaktık? hani değişim hayat tarzıydı? hani?

bayramdan kalma

günlerin kaydını tutamadım bu sefer zihnimde. hızla akıp geçtiler, arka arkaya dizildiler. isimlerine/konularına göre ayıramadım. belki de biraz tembellik yaptım. ya da üzerlerinde etkim olsun istemedim bu sefer. koşarak kaptıkları yere oturuversinler, spontane gelişen bir düzen yaratılsın dedim. ne dediğimi bilecek kadar bile aynalara bakamadım bu ara. koşturdum işte. hayat bu, yerinde durmuyor.
uzun yollara gittim geldim arada. müzikle, geceyle, yağmurla iç içe. zaman durdu, uykuyla uyanıklık, hayalle gerçek birleşti. zihnimde kelimeler koştu durdu. ne altında ne üstünde, ötesindeydim bilincin. gölgelere fenerler tuttum, ışıklı tüneller buldum, arada dipsiz kuyularda kayboldum. dilenci oldum, prenses oldum. sanki zamanı delip geçiyordum. "ben"ler keşfettim "ben"im içinde. delikler keşfettim sık dokulu örgüde, yeni ilmikler attım. yerlere saçılmış yıldızlar buldum, kaldırıp yerlerine astım.
sonra bayramı sevdim yine, yeniden. bir yıl bile kutlamadan geçmemeli, dedim yine kendime. tanımadığım, bilmediğim insanlara gönlümce gülebildim, iyi dileklerde bulunabildim böylece. uzun zamandır görüşemediğim insanlarla buluştum/konuştum bu vesileyle. piyangodan mutluluk çıktı sanki herkese. eşit ölçüde.
geçmiş bayramlara da kaçtı aklım. geçen sene neredeydin, şimdi nerede hesapları çektim. seneye nerede olacağımı merak ettim.
bu duraklar olmasa ne yapardım hakikaten. yılbaşı, doğumgünüm, bayramlar, okulun ilk günü, yazlıkta ilk gün. hepsinde durup dinlemek ne güzel. eski defterleri açmak, küçük sezenler görmek. geçmişi şimdiye karıştırıp gelecek çorbası pişirmek. ve tabii uyuduğumu da eklemeliyim. uyku neymiş yeniden öğrendim. hatırladığımdan da güzel geldi :) bedenimi de, ruhumu da yeniden keşfettim. gerçi zaman hızlı akıyor, işlerin yetişmesiyse fizik kanunlarına aykırı. ama yine durmayı deneyimliyor insan arada bir gün içinde. sonrasızca/öncesizce dikiliyor. bir derin nefes çekiyor içine, burdayım diyor. bunu bile yapamamışım uzun zamandır. özlemişim..
sonra hesaplaşmalar var tabii yine. sezenin olmazsa olmazı. sezen (insan?) dediğin derin ruhsal çelişkiler yumağı değil mi zaten? bir süredir giremediğim odalar varmış, kapısı kendiliğinden açılıverdi son günlerde. iç temizliğiyle de bozdum yani kafamı. sezeni halı yaptım anlayacağın. önce dövdüm, tozları silkelemek için. sonra havalandırdım, kalıntılardan arındırmak için. şimdilerde yeniden yere sermekle meşgulüm. doğru yeri bulmaya çalışıyorum. ucunu, köşesini yerleştiriyorum.
-sessiz bir deliye selam çakıyorum sonra. hayatın yuttuğu ama bir türlü tüküremediği, özle özle bitiremediğim insana. sayılı gün çabuk geçer desem de bana dil çıkaracak biliyorum. çoktan listede adımın üstünü çizdi gerçi. ama ben yeniden yazdırmasını bilirim oraya bir yere mor-turuncu sezeni :) -
-bir de ah çekiyorum kocaman :P isteyen aptal demeye devam etsin :P-

Salı, Kasım 16

yazacaktım da..

üşendim :P bekle biraz, geleceğim.-bir de karar verdim: hayat kocamaan!-

Çarşamba, Kasım 10

uyusak biraz..

gün içindeki yorgunluk yoruldukça akıp gidiyor sanki, ne tuhaf.şiirimsilerden birini açıkladım bugün. hem de önce benden habersizlerden dinledikten sonra. gerçi sandığım kadar habersiz değillermiş, az buçuk fark etmişler ben kırıntılarını. deşifre edildim yani bugün. saç telimden tüm genetik şifremi çözdüler. bir çift göz hikayesi kopardım kendime sonra yine. gerçi burada pek bahsetmemeye karar vermiştim ama :P bu son olsun. bugün adı geçmezse olmaz :)sonra kocaman adam oldum ben yine. büyük bunalımlar sonrası hemen yaptığım gibi, boyum birden uzayıverdi yine. koşturdum, durdum yine koşturdum. somurtuk bir kıvırcık güldürtmeye uğraştım sonra -kızıl somurtuk :P- geçmiş hayaletlerine rastladım yüzlerini bile unuttuğum. koyu sohbetlere daldım belki seneler sonra. yenilendim evet. manen ve bedenen. akıl danıştım sonra. aydınlatıldım yine. aptal olduğumun suratıma haykırılmasıyla belki ama olsun :) onları hayal kırıklığına uğrattığımı söylediler ama altında büyük bir hazine yatıyordu benim için. bildiğim szn i tanıttılar bana tekrar. önemsiz ayrıntılarda boğulmamı kınadılar. iyi ki vardılar. -iyi ki olsalar..-bir kırmızı karanfil özledim sonra. başını kaşıyacak vakti yok ya da göçtü gitti buralardan. bilemem, belli olmaz onun işi. ama selamımı yolluyorum her neredeyse, kürkçü dükkanına eninde sonunda uğrar umuduyla.kasım ayını sevdim sonra yine. potansiyelini sevdim. yazla kışın hala ayrılamamasını sevdim. kuyruklarda bekledim uzun uzun. zamanım yeniyor diye küfürler ettim. bayıldım kimsesiz koltuklarda. kolumu kaldıracak güç bulamadım. rüyalarım yerden yere vurdu beni sonra. her türlü ipe sapa gelmez şey. deneysel sinema tadında, garip kamera açıları, postmodern yorumlarıyla yorgun sabahlar hediye etti bana. her biri ayrı bir zevkti o ayrı. ama yine de uyumayı özledim ben, "uyuma"yı.

Pazartesi, Kasım 8

pratik zamanı

bugün tesadüfen karşılaştığım bir yüz koca bir hayat dersi verdi bana. şiddetle kendime gelmem gerektiğini fark ettim. işin komiği bunu üzerimde deli gibi yaptırımları olan ve an be an hayatımı karartanlar gösteremedi. evet, kesinlikle canlı örnekler daha etkili. yaklaşık on dakika önce verdiğim karara göre hareket edeceğim sanırım artık. bu değişimi yaşamanın zamanını gelmişti de geçiyordu bile. ah ah, ne kocaman bir egom varmış da bu kadar körleşmişim ben. kendine güvenin fazlası zararmış evet. biraz yusuf yusuf da olmalı, biraz da hayata güvensiz yaklaşmalı ki, realist bir yaklaşıma kavuşmalı insan. ve ben son anda fark ediyorum bunu. geç, çok geç! birazdan start işaretini vereceğim işte kendime. nefsime de potansiyellerime olduğu kadar güvenebilsem keşke :Pyok yok, bu sefer kararım kesin. hiçbir dış etki geri döndüremeyecek beni. tolerans etmeyeceğim artık her türlü küçük değişimi. kendimi bu kadar haklı görmemeliyim artık. verileri ciddiye almalı, gerektiğinde de karamsarlığa düşmeliyim. gerekirse elim, kolum bağlanmalı korkudan. çünkü ben böyle rahat ve geniş oldukça kendimden taviz veriyorum durmadan. farkında olmadan zedeliyorum kendimi, hem de güçleniyorum sanırken. sanırım bunu ne kendime, ne çevreme yapmaya hakkım var. özellikle de haksızlık, potansiyeli yeterince kullanamama en sancıyan yerlerimken bu kadar boşlamaya devam edemem!

Cumartesi, Kasım 6

şu bir hafta bir ay kadar uzundu sanki :P abartıyorum tabii, farkındayım. ama nedense zaman algımda belirgin bir sapma söz konusu bu ara. aslında neden olduğu belli: uyku düzeninin ciddi bir biçimde hata verişi, yetiştirilecek işlerin bitmek bilmeyişi, sonsuzluğa uzanan hastalık nöbetleri ve beklenmedik/tolere edilmesi zor süprizler.. bir güne on tane olay sığdırınca zaman mefhumunu yitiriyor işte insan. olsun, sınırları zorlamak güzel şey. :)

güzel haberler aldım bugün. sevindim :) kırılan birkaç umut kocaman tamir edildi. sonra yeni hayaller verildi elime. sonra eski dostlardan haberler geldi. öte yandan sinir harbi de yaşattı bugün. fiziksel anlamda işkence çektirdi. yurdum insanının rezil halleri izlendi. sabır taşı sezen biraz daha bilendi, rahat/konfor düşkünü haline nasır bağlandı yine. iyi oldu, el bebek gül bebek halleri pek bir iğreti duruyordu. :)

sonra yollarda kaybolundu bugün. soruldu, soruşturuldu. ucu ucuna yetişmeler içinde başkalarının koca işleri bitirildi. yardım edildi. destek olundu. bambaşka renklerle uyum kurabilmek öğrenildi. yapılan resim de güzel oldu kanımca. hem sandıkları kadar zorlamadı da. iyiydi, iyi..

kasımı da sevdim ben. başta biraz itici gelmişti, ama getirdiği keşifler/sağladığı imkanlar hoşuma gitti. tanıştığımıza sevindim yani. hem bir de bayram girdi işin içine -gerçi şimdiden gözümü korkuttu planladığı işlerle-, mola hayalleri kurdurttu. ve evet, hayali bile güzel geldi yeterince. :)

güzel bir sene bu sene, evet. derin nefesler yılının ikinci yarısı alındıklarını fark ettirmeyecek kadar yoğun geçse de, hala var olduğunu hissetme imkanı sağlıyor, ne mutlu.
gerçi etrafta bunalım sinyalleri veren potansiyel kötümserler mevcut, bıkkınlık ele geçirmeye başladı çoğunu. ama bana yoğun tempolar koymuyor pek, yeter ki emeklerim boşa çıkmasın, yeter ki karşılığını aldığımı hissedebileyim. o zaman "şunu yapamadım, bunu boşladım, ot oldum, ot!" tepkileri vermiyorum ben. "başla ve bitir" oluyor her şey, rayına kendiliğinden oturuveriyor. hayata seyirci kalışların bile kendine özgü acımtrak bir tadı olduğu keşfediliyor.

kısaca polyanna birkaç zamandır benimle kol kola geziyor. kendini affettirmeye çalışıyor. vücudum onu da mikroptan saydı, dışarıda bıraktı diye elinden olmadan uzak kaldığını anlatıyor. gülüyorum ben de ve biliyorum..

-müzikle kendimi buluyorum bu ara, küçük bir hazine hediye edildi de geçen hafta. kendimden geçiriyor resmen beni, uzak bir şehri dilini, yolunu, izini bilmeden geziyor gibiyim. git, git bitmiyor yolları, seviniyorum.

Çarşamba, Kasım 3

uykusuz bir gündü bugün. her zamanki uykusuzluklardan değildi ama. bir tuhaftı, aşırıydı. öyle ki otobüste gelirken bayılmama rağmen eve gelince gözüme uyku girmedi. 2.5 saatlik uykuyla nasıl böylesine ayık olabilir insan? insan?
nasıl olduğunu anlamadan geçiverdi gün tabii. hayal meyaldi, sis perdesi ardından izlendi tarafımdan. kartlaşmış sesim, kafa koparan baş ağrım ve kesik/gıcık öksürüklerimle boğuşmak yeterince zorluyordu zaten :P
anladığın gibi pek dolu değil bugün kafam. uykusuzluk uyuşturucu etkisi mi yaptı ne, salak salak gülen, hafif hissizleşmiş bir haldeyim. kafam kayık yani :P dünden sinirleri fazla zorladım diyedir belki. aslında uykusuzluktan ölürken yatıp da uyuyamamak kadar sinir eden pek bir şey yok beni şu hayatta. buna rağmen aptalca mutluyum. aynaya bakınca hayalet görmüş gibi oluyorum, ama gülüyorum :P yok yok kesin yalama falan oldu bu sinirler. hormonal dengede mi sorun var yoksa?
kısa kesmeliyim bugün. yarın -yine- uzun bir gün olacak..

Salı, Kasım 2

yaz yaz bitmez bugün..

can evimden vuruldum çünkü. bugünün hediye paketinden dinamit çıktı. elim, kolum kesildi bugün. yer öyle şiddetli sallandı ki! durmuyor hala, belki de artarak devam ediyor. zorlanıyorum artık doğru yolu bulmakta. beni yönlendiren bir gerçek olmazsa, güven olmazsa, sevgi olmazsa...? duygu sömürüsü bile yapamıyorum bakın. ne birilerinden yardım isteyebiliyorum, ne birilerini suçlayabiliyorum. nefret bile edemiyorum düzenden, hayattan. bağırıyorum sadece. kime bilmiyorum. boşluğa belki. ya da daha acısı kendime.
iyiye, doğruya, güzele gitmeye çalışan, onu/bunu mutlu etmeye kasmadan kendi doğrularını takip eden sezen pusulasını kaybetti bugün. yarattığı gerçeklik üstüne çöküverdi. adı gibi emin oldukları yalan çıktı ve isyan bile edemedi buna. kaskatı kaldı. kurudu.
hep gülerim mi sanıyordunuz, hep savaşabilir miyim hepinizin önünde titrediği karanlığa karşı? ben de insanım ya, benim de damarlarımda dolaşan sıvının adı kan! Ya sen, sen ne sandın koca dünya, büyüdüm diye her okuna/tüfeğine hedef olmayı kaldırabileceğimi mi?
annem bile cevap veremiyor bugün sorularıma. varlığımı anlamlandıramıyor. acaba çok mu karmaşıklaştırıyorum her şeyi. yine küçük salak sezen halimle dünyaya büyüteçle mi bakıyorum yoksa? öyleyse bile bu kadar acı kaldırabilir mi? bünyem iflas etmez mi? çözümsüz sorularda ömür tüketmeye boyum posum yeter mi? eğer tanımlarımı, hayatı algılayışımı, varsayımlarımı yalanlarsan, geriye ne kalır ki var olmak için?
...

bıraktım yine bıdır bıdır saydıran olmayı, gülüyorum yine aynadaki aksime. belki kesin çözümler bulamıyorum olanlara, açıklamalarım eksik, ama olsun. öğrendiğim tek bir şey varsa hayattan, o da hiçbir şeyin göründüğü/sanıldığı gibi olmadığı. en azından bundan emin oldukça dönebilir dünyam sanırım.

bazen merak ediyorum, bir uyuşturucu falan mı salgılıyor bünyem bu bunalım hallerinde diye. en fazla 40 dakika ya! dakika şaşmıyor. ağır olsun, hafif olsun durum değişmiyor. belli bir yere kadar çıkıyor, sonra birden zört diye iniveriyor. şaşırtıyor yine bünyem beni. ne oldu da kötüydün, ne oldu da iyi oldun? ne değişti lem 40 dakika öncesiyle şimdi arasında?

bunların cevabı da yok yine elimde. eğer güçlü, kuvvetli kalmanın, neşeyi/huzuru baki kılmanın yolu bir, iki ayda bir beynimi böyle felç etmekten geçiyorsa kabulümdür. ee, yine alt edemedin beni koca dünya, rövanş ne zaman?

-kendime notları unutmamalıyım: gevşeme hemen yüzün güldü diye, daha işimiz bitmedi seninle. düzeltilecek, haline, yoluna konacak tonla şey var. salma kendini bakayım, bırakma öyle hemen.-

düşündüm ben

"kimim?" diye. hastayım yine ondandır. hesaplaşma süreçlerindeyim. her şeye "niye ki?" diyen hallerdeyim.
geçmiş hatıralar canlandı gözümde. daha doğrusu karşıma çıkıverdiler. ne yeri, ne zamanıydı, ama geldiler işte teker teker. hem ailelerin, hem okulun, hem de tek tek her birimizin hayatın cilveleriyle kapıştığı, her şeyin yalan, her şeyin güvensiz olduğunu bire bir öğrendiği dönemler. yanlış anlaşılma hayat tarzıydı sanki o zaman. gerçek diye bir şey yoktu, belirlenen vardı ve büyük düzende küçük parçalar savrulurdu. sonra farklı olana imrenilirdi, o sembolleştirilirdi. aykırı olan güzel gelirdi. hoş görmek gerekirdi, büyüyordu insanlar. üç sene önce de büyüyorlardı, hala büyüyorlar. düşündüm ne değişti diye. düşündüm ben kim oldum diye. düşündüm büyüdü mü o insanlar diye.
düşündüm, neler yaptım bugüne kadar diye. ne sözler verdim kendime de tutabildim. kimin hayatında neyi değiştirebildim. düşündüm, niye oldum diye, niye vardım diye. düşündüm olanlar niye oldu diye. ne getirdiler, ne götürdüler diye, olan olunca geriye ne kaldı diye. şimdi, şu an ölüp gitsem arkamdan ne derler diye, dünyada kapladığım alan neye yaradı, yarayacak diye. düşündüm, kime ne verdim, kime ne borçluyum diye, olması gereken neydi ve ben ne yaptım diye. düşündüm, beni hangi sıfatlar tanımlar diye, beni kim, nasıl tanımlar diye. düşündüm, kendimin dedikodusunu nasıl yaparım diye. düşündüm, sadece sevgiyi paylaşmak bu kadar zor mu diye, hayatı öğrenmek bu kadar zor mu diye. düşündüm, hep engellere karşı savaşmak, hep düşmanlarla kapışmak, hep yanlış gideni tespite çalışmak gerekir mi diye.
düşündüm bugün, sorular sordum. kafamda oturan o eski fil, durmak bilmeyen burnum ve kartlaşan sesimle. beden savunmasızlaştıkça ruhun cam kırıkları ayaklara batıyor sanki. öncesi, sonrası meydana çıkıyor olanların. maskelerin ardındaki yüzler fark ediliyor. olası tehlikeler, her gün alınan riskler, şansın yaver gitmesine bağlı olanlar göze batıyor. belki pamuk ipliğinin ucuna asılıyor hayat tüm ağırlığıyla. tartar mı, tartmaz mı?
gözümde yaşlar kurudu bugün. anladım ki hayaller yıkılsa da, beklentiler çöpe atılsa da, güvenler sarsılsa da, en olmadık şeyler olağan karşılansa da devam ediyor insan. durmuyor hiç, dönüp arkasına şöyle bir bakıyor, oradaki çocuksu gülümsemeye iç çekişle karşılık veriyor ve yürüyüp gidiyor. başka yol bulamıyor çünkü kapana kısıldığında. içine atlayacağı boşluklar bile çalınmışken, elinden tutan eller bile kalbini ısıtamazken, o sivri okun saplandığı yer devamlı sancırken, haksızlık/gurur kırıklığı orada bir yerlerde birikip sellere akarken ve seçse de, seçmese de bu pisliği uzun bir süre taşımak zorunda olduğunu bilirken yutuyor çığlıklarını ve gülüyor hayata. "sen güçlüysen, ben de güçlüyüm" diyor, "sen biliyorsan, ben de biliyorum. bilmesem de sana inat öğrenirim. hiç heveslenme!"
yabancıyım burada bulunanlara. kimler, niyeler bilmiyorum. kendimden bildiklerim değil bunlar, kendime yakıştırdıklarım değil. niye oldular, nereden çıktılar, hangi hatanın sonucuydular bilmiyorum. nasıl düzeltilirler, hiç bilmiyorum. nereden başlamalı, nereye ağırlık vermeli bilmiyorum. çünkü bugün bildiklerimi unutturuyor olanlar. sandıklarımı yalanlıyorlar.
sağ olsun kucaklarda şefkat, gözlerde anlayış buluyorum hala, tanıdık yüzler, destekleyen sesler her tarafta. güçleri, kuvvetleri ne olursa olsun, beni silkeleyip kendime getirenler burada. hala gördüğüm anda dünyamı durduranlar var çok şükür. ne, nasıl, niye akarsa aksın, onlara değince duruyor hayat. ama bugün avunmak değil ihtiyacım. bugün scan-disk yapmalıyım. aratmalıyım, buldurmalıyım zihnime, hata nerede ve niye. çünkü ağır geliyor önemsemedikçe derinleşen çukurlar. olması engellenebilirken oldurulanlar. ardından hayıflanmak yakışmıyor tanıdığım szn e, uymuyor benliğime/kalbime. bu kadar yabancıysa olanlar bana, oldurulmayabilmeliler değil mi? bu kadar çökmemeli hayatın dibine, ayağını vurup dibe yukarı çıkmalı insan, parçalanırcasına yüzmeli, boğulurcasına ilerlemeli. eğer beğenilmiyorsa, değiştirilmeli. çünkü ağır geliyor durup bakan olmak. yanlış geliyor boyun büküp kabullenmek. keşke böyle güçsüz, böyle yorgun olmasam da işe başlasam. temizlesem şu üstüme üşüşen tozları. izleyen değil, oynayan olsam artık. harekete geçsem. “yapmadım, etmedim” lere değil, “yapıyorum, ediyorum” lara yorsam kafamı. bıraksa artık karanlık cüceler beni. koşmama izin verseler. durmak istemediğimi bilseler. nefes aldırsalar artık, arada bir de cesaretlendirseler, “bildiklerin yanlış!” demek yerine. gerçeklik duygumu kaybetmesem ikide bir. ben gerçekte yaşamaya alışkınım duyuyor musun, etraftakiler gibi sanal gerçekliklerde aslolandan kaçmaya çalışamam. karanlıklarda soluk alamam ben, siyah-beyazları mesken tutamam. ben hayata aşığım anlıyor musun, ondan ayırma beni, soldurma. kendimi olmayanlara inandırıp alternatif dünyalar kuramam. gökyüzüne sevgiyle bakamadıkça kendimi kutsanmış ya da sürgüne yollanmış sansam ne yazar? mantıklı açıklamalarla deneyimlerimi kabul edilebilir kılamam, yaptıklarımı “herkes yapıyor, herkese göre normal” diye onaylanır kılamam. kendimi bahanelerle savunamam ben. farklı dünyalar arasında sıkışamam, arada derede yaşarken ben olamam. hayatı, insanları düşman görmeye dayanamam ben, “kimse beni anlamıyor, zaten iletişim diye bir şey yok, herkes dünyayı kendi istediği gibi algılar” diyemem. hayata, birliğe güven üzerine kurulu benim düzenim. “hayat anlaşılmaz, gerçekler hep acıdır, mutlu olmam, çünkü biraz sonra mutsuzluğa düşeceğimi bilirim, hayat hep daha da zorlaşıyor, boşluk dolduruyor beni” diyemem ben, diyemem, demem. bir yere kadar avutur çünkü bunlar adamı. geçerlilikleri yoktur, ömürleri kısıtlıdır. ve getirileri götürdüklerinden azdır.

söyle bana: sevmedikçe, gülmedikçe, nefes almadıkça nasıl yaşanır?! telaşla, tedirginlikle, nefretle, öfkeyle nasıl yaşanır?! ya da anlatma en iyisi, hiç duymamayım. bildiğim, öğretildiğim, seçtiğim gibi yaşayayım. varsın sandığım azını elde edeyim, varsın sandığım kadar etmeyeyim, varsın her taraf tehlike/kriz dolsun, varsın sonunda ölüm olsun, ama ben kendimi, hayatı ve insanları seveyim. olmalarına izin vereyim. çünkü başka yol istemiyorum ben, öğrenmek istemiyorum kirli yalanlarınızı. lütfen onları bana göstermeyin!

mor duvarlı, turuncu halılı odamda olacağım ben, eliniz üşürken çalmayın kapımı, çünkü size kapalıyım bugün!

Pazartesi, Kasım 1

upuzuuun bir gündü yine. sağ olsun, sabah beni karşılayan tatlı gülümseme berbat bir günü şekle şemale soktu. sonrasında da yine manasız geyiklerime kulak misafiri oldu. konuşulanlar anlamsızdı, gülmesi gereksizdi, ama o durdu ve dinledi. iyi ki vardı, iyi ki bir çift gözdü.
sonra güzel hikayeler anlatan biri vardı bugün. "gidin işinize!" demeden, ne sorduysak, söyledi, ne istediysek, yaptı. "dün öğrendim ki yaptığım yasadışı" dedi ve biz güldük ve o güldü. biz çocuk olduk, o bizi büyüttü. keşke hep orada onunla kalsaydık, hep o anlatsaydı biz dinleseydik. hiç dışarılarda gezmeseydik, hiç yönümüzü kaybetmeseydik, sadece takip etseydik. ama ne yazık ki riskler almalı, ne yazık ki dostunu düşman sanmalı, ne yazık ki her an hesap-kitapla uğraşmalı artık. masum küçük çocuklar değiliz oradaki gibi. masum, küçük sevgilerimiz yok artık. hayallerimizi ezen gerçeklere karşı durmadan car car laf yetiştirmeliyiz biz. duyduklarımızı, gördüklerimizi unutmalıyız, bizi engellerler diye. insanlara yapmacık sevgi gösterilerinde bulunmalıyız içimizden nefret fışkırırken. bağırıp eline geçeni üstüne fırlatmak istesek de, gereksiz artık, kayıp gidiyor nasılsa her hayal. olduğu kadarıyla, olduğu sürece güzel saymalıyız onları. ve şükretmeliyiz her an, kıyaslama/karşılaştırma/yargılama yapmadan.
evet artık gereklilik kiplerinde yaşamalıyız. ta ki o geniş düzlüğe çıkıp gökyüzüne bakıncaya kadar. arkamıza döndüğümüzde ufalmış, küçülmüş kızgınlıkları görünceye kadar. o zaman anlayacağız nasılsa acı çektirmenin, cezalandırmanın, adaleti tek başına sağlamanın imkansızlığını. o zaman göreceğiz kara gün dostlarının kim olduklarını.
gördüğüne/duyduğuna/bildiğine aldanmama zamanı. kurulan hayallere tutunup uzaklara uçuran fırtınalarda dönüp durmalı şimdi. kibirli ve gösterişli insanlardan uzak durmalı, bir zamanlar ne kadar sevildiklerini unutmalı. gölgeler sığınak sanılmamalı. ama çatılarını başlarına yıkmaya da uğraşmamalı. "ben" gelmeli artık önce. "biz" lerin hepsi çöpte, arada bir çakan "oben" kıvılcımlarıyla alevlenmeli bir nefeslik, sonra olmalı, sonra nefeslerde kaybolmalı.
varsın gerçeği bilmesin onlar, varsın sanmayı/durmayı seçsinler. bizim için koşma zamanı geldiğinden beri onlar bizden değil artık..