uzun zaman
belki bir o kadar da hızlı geçiyor. çünkü anlayamıyorum, ne zaman büyüdüm ben? hayat kavgasıyla öyle meşgülüm ki her an! geçim kaygısı şimdiden benliğimi sarmış durumda. acaba hep karşı çıktığım, özüme aykırı bulduğum o "ruhsuz işadamları"ndan mı olmak hakikaten amacım. gerçi başka seçenek görmüyorum kendim için. önceliklerim belirli, garanti gerekiyor bana önce, ben olabilmek için yaşamasını sağlamalıyım sevdiklerimin. borçlu hissetmeye devam edemem. bir şeyler ödemeye başlamalıyım artık, paylaşımın verme zamanı başlamalı. kuru kuru sevgiyle olmuyor alınan nefesin bile pahalı olduğu bu dünyada. maddiyat bu anlamda önemli evet, vazgeçilmez hatta.
gidişat ne yönde peki? içim nereye sürüklendiğinin bilincinde mi? yaptığım, yapmayı planladığım şeyler büyük fedakarlıklar mı acaba? doyum, varoluş kaygısı içeriyorlar mı gerçekten?bilmiyorum, ama güvenim tam bürliğe. nasılsa yerimi bulacağım bir şekilde. önceden öngördüğüm kesin şeyler yok sonuçta. birbiriyle alakasız sayısız olasılık var, ayrı ayrı şekillenen. hiçbirine diğerinden daha yakın değilim sanırım. afallatan süprizlerine hazırım hayatın.
tanıdık yüzler gördüm bugün, planlarımda beklenmedik aksaklıklar çıkmışken hoş bir süpriz oldu. uzaklaşmışım meğer dış dünyadan, özümden. onu fark ettim. ne mutlu, tam da bambaşka şeylere odaklandığın anda gülen yüzlerle karşılaşmak!
bir kızıl kıvırcık var sonra mantarlara karşı kahve-çikolota dondurma yediğim. canım o benim! :)
sonra tatlı cadım var, birden bire bir yerlerden çıkarken, sonra kayıplara karışan, ama her seferinde içimi ısıtan.
sonra gözleri hep uzaklara dalan, kendini de, hayatı da gözden yavaş yavaş çıkaran biri daha var. tesadüfler olmasa sesini unuturum belki. ama çok şükür o hayatıma şans eseri girdiği gibi, benimle bağlantısını da hep raslantılarla sağlayan bir kötü gün dostu. öyle çok şey borçluyum ki ona, iple çekiyorum umursamazlığını daha kuvvetli sırtlanabileceğim günleri. belki yeşile boyalı odanın kırmızı koltuğunda otururken, belki uzak bir ülkedeki evine birkaç günlüğüne misafir olurken. kim bilir?
bir de lanetli karanfil var tabii :P ulaşılamaz olan daha mı kıymetli oluyor ne :) yine de bu kopukluğa rağmen düzenli nefes alıp verişini duyuyorum ya, başka bir şey istemiyorum :) -yok yok istiyorum :p ve 3ünde de alıyorum :) kesin bu sefer olm, kaçış yok!-
hayat, sana sesleneyim biraz da: feleğimi şaşırtıyorsun bu ara. o kadar fırtınalısın ki. yelkenlerimi zaptetmeye çalışıyorum bir yandan. diğer yandan denizin maviliğine, güneşin güzelliğine dalıyorum. neler var önümde kim bilir? hayattaki tek hırsım bu sanırım, bu hayatı sıkıp suyunu çıkarma hallerim :)kendimi çözümleyebilmenin umudunu tamamen yitirdim bu arada. yok yani, olmuyor böyle işler bir anda :) çok karışığım ben be! kendim için bile :) nefes alıp verişim bile bir tuhaf benim, hele hayatla kimi zaman kol kola, kimi zaman alt alta üst üste gezen halim. son günlerde bir farklı seviyorum kendimi. bir farklı eleştiriyorum bir de. içimde yeni bir şeyler büyümesi değil bu, sanki ağır ağır koltuğa oturuyorum. çok yorulmuşum da, eve gidip yatağıma uzanacağım ana adım adım yaklaşıyorum. böyle bir his yaşamamıştım uzun zamandır. yoğun ve ağır çekim bir hal. sanki sn ler sonra tak edecek bir şeyler ve tren raylarının yönü değişecek ve öbür tarafa gitmeye başlayacağım. sanki soruya verdiğim cevabın butonuna tıkladığım, ama henüz butonun basılı kaldığı, kum saatinin ortaya çıktığı, sn in bilmem kaçta biri kadar süren bir andayım. o kadar kısa ve o kadar kesin bir anki heyecanlı değilim, sabırsız hiç değilim. yapacağımı yaptım ve bekliyor bile değilim. doğal akışında ilerliyor her şey ve ben nötürüm. bu asansörü çağırma tuşuna basmakla, asansörün kata ulaştığında kapısını açmaya uzanmak arasında geçen o an işte. oluyorum sadece. başka bir şey yapmıyorum. odaklı bir değilim bu işleyişe. izleyen bile değilim. parçayım, bütünüm, yapanım, olanım, görenim, duyanım, bilenim, habersizim, umursamazım, özenliyim.. tüm renklerin birleşerek beyaza ulaşması gibi bir şey bu galiba. emin değilim..